Kategori arşivi: Gelecek

Kurum Kültürü Nasıl Geliştirilir?

social collaboration_popup_popup

Kurum kültürü, bir organizasyon içindeki her seviyeden çalışanın ortak değerlerini davranışa dönüştürmesi ile oluşur. Formüle dökecek okursak;

Kültür = Değerler + Davranışlar

Kültür tanımda değerler temel ise, peki, bir insanın veya bir kurumun değerleri nasıl oluşur? Bu sorunun cevabını da formülüze edebiliriz;

Değer = Değere konu olan kavrama yönelik duygularımız + değere konu olan kavrama yönelik düşüncelerimiz

Bir örnekle ‘değer’i açalım;

Sürekli gelişim, iş hayatında benim en önemli üç değerimden biridir.” ifadesinin gerisinde,
“Sürekli geliştiğimde çok mutlu/huzurlu/heyecanlı hissediyorum – duygu
“Sürekli geliştiğim takdirde çok başarılı/özgüvenli/üretken olacağımı düşünüyorum – düşünce

anlamları yatar. Değer içeren bir kavrama yönelik duygu ve düşüncelerimizin yoğunluğu, o değerin hayatımız üzerindeki şekillendirme gücüdür.

Bu kısa ve gerekli açıklamalardan sonra gelin kurum kültürümüzü nasıl geliştirebileceğimizin cevabını bulalım.

Kültürü oluşturan insanlardır. Bu nedenle kurum kültürünü incelerken ilk etapta yine her seviyeden çalışanın (patron, genel müdür, müdür, uzman, memur, eleman) bireysel değerlerine bakılması gerekir. Ekibin bireysel değerleri birbirleriyle ne kadar uyumlu ise, birlikte çalışma isteği de o kadar fazla olacaktır. Çünkü fizik kanunu der ki “benzer benzeri çeker”

Kurum kültürünü tanımlama çalışmalarında lider kişinin ve tepe yönetim ekibinin (patron, yönetim kurulu, genel müdür) bireysel değerleri ve bu değerleri ne derece davranışa dönüştürebildikleri kilit konumundadır. Çünkü bütün çalışanların kurumlarında ilk baktıkları, doğruyu, erdemi aradıkları kişiler onlardır. Onların “ortak değerlerimiz” dedikleri kavramlarla çelişen davranışları kurum kültürünün zayıflamasının gerisindeki en büyük faktördür. Çünkü şüphesiz ki, tepedeki kişilerin tutarsız davranışları da ekip tarafından aynen kopyalanacak, üzüm üzüme baka baka kararacaktır.

Kurum kültürünü geliştirme sürecinde ikinci en önemli süreç seçme yerleştirmedir. Bireysel değerlerinin farkında olan ve davranışlarında değerlerini yaşatan adaylar, İK ekiplerinin tercihi olmalıdır.

Mülakatlarımda veya eğitimlerimde “en önemli bireysel değerin nedir? sorusunu merakla sorarım.  Ardından, “güven”, “adalet”, “çalışkanlık”, “sürekli gelişim”, “üretmek”, “başarmak”, “sevgi”, “saygı”, “istikrar”, “değişim”, “merak”, “sorumluluk bilinci” vb. cevapların gerisindeki davranışların peşine düşerim takip eden sorularımla.

Şimdi düşünün, sizin kurumunuzda insanlar genel olarak nasıl gündelik davranışlar sergiliyor? Çalışkanlar mı? Motiveler mi? Birbirlerine saygılılar mı? Güvenilirler mi? Kendilerini sürekli geliştiriyorlar mı? Üretkenler mi? Sorumluluk bilinci taşıyorlar mı? … (lütfen cevap verirken adil olun)

Mevcut kadronuz için cevabınızı bilemem. Ancak kurum kültürünüzü güçlendirmek istiyorsanız, ekibinize yukarıdaki sorulara “kesinlikle evet” cevabını vermenizi sağlayacak, sözü ile davranışı uyumlu, kişisel farkındalığı yüksek, erdemli, yeni iş arkadaşları alın. Bir, iki yıllık perspektifte kurum kültürünüzün büyük oranda olumlu yönde geliştiğini göreceksiniz.

İnsan Kaynaklarını Güçlendirmek

2018-07-26_bus_42750073_I1 

İnsan kaynakları bölümünün iç müşterisi olan yöneticiler ve çalışanlar her geçen gün daha fazla ilgi, kendilerine dokunabilen daha farklı uygulamalar istiyorlar.

Operasyonel işleri başından aşkın olan insan kaynakları ekipleri ise bu talepleri karşılamakta doğal olarak zorlanıyor.

O zaman kurum içinde yaşanan söz konusu kopukluğu nasıl aşabiliriz? İç müşterimize nasıl dokunabiliriz? Onların beklentilerini nasıl öğrenebiliriz?

Bu soruların cevabı olarak kimisi hızla devreye alınabilecek, kimisi ise biraz daha planlama, organizasyon, sistem gerektiren beş önerim olacak;

  1. Odak Grup Toplantıları

Odak grup, farklı bölümlerden, farklı kademelerden çalışanların bir konu hakkındaki his ve düşüncelerini paylaşabilmelerini sağlamak üzere organize edilen toplantılardır.

Moderatör konumunda olan insan kaynakları bölümü katılımcıların bildirimleri çerçevesinde geliştirici/iyileştirici aksiyon planları yapabilir, öneri sahiplerini geliştirilen projelere kapsayıcı şekilde dahil edebilirler.

  1. İK Rotasyonu

İnsan kaynakları bölümünde rotasyon iki yönlü olabilir;

Birincisi, insan kaynakları ekip üyelerinin farklı bölümlerde zaman geçirmesidir. Bu sayede İK kadroları diğer bölümlerin ihtiyaçlarını, beklentilerini sahada, onlarla çalışarak öğrenebilirler.

İkinci rotasyon şekli, farklı bölüm çalışanlarının insan kaynaklarına gelerek iş süreçlerini görmeleri, öğrenmeleri, görüş ve önerilerini sahada bizlerle yaşayarak dile getirmeleri şeklinde olabilir.

  1. İK Meraklıları Kulübü

Eğer şirketlerimizdeki çalışanlara sorarsak, aralarında pek çok insan kaynaklarına meraklı kişi bulabiliriz. İK meraklılarından kurabileceğimiz bir kulüp gerek insan kaynaklarının gelişiminde ve iyileşmesinde, gerekse gelecekteki İK kadro ihtiyaçlarının karşılanmasında aktif potansiyel yedeklerimiz olabilirler.

  1. Anlık Mini Anketler

Son yıllarda ‘insan kaynakları analitiği’ başlığı altında ele alınan, çalışanlara anlık mini anket uygulamaları yapmak, bizim sahaya dokunmak adına üretebileceğimiz en etkili çözümlerden biri olabilir. Böyle bir metodu basit bir cep uygulaması ile hayata hızla geçirebiliriz.

  1. Çalışana Özel Kariyer Planlama – İş Üstü Eğitimler

Diğer dört önerimin yanında en zorlusu, çalışanlara özel kariyer planlaması yapabilmektir. Zor olmasının nedeni böyle bir açılımın sadece İK değil, uygulamanın bölüm yöneticilerinin de tam desteğini alması gerekliliğidir. Farklı iş üstü öğrenme metotlarının (bakınız; iş üstü eğitim metotları listesi) hayata geçirilebilmesi çalışanlara dokunabilmek, onların gelişimi adına özel süreçler tasarlayabilmek için idealdir.

.

21. yüzyıl insan yönetimi standartları hızla değişirken, bizlerin de kendimizi 20. yüzyıl uygulamalarından derhal sıyırmamız, daha teknolojik, daha sahada, daha kapsayıcı iş süreci ve çözümler tasarımlamamız kaçınılmaz olacaktır.

Kaynağım İnsan 10 Yaşında !

On yıl önce bugün, yaklaşık bir ay süren hazırlık çalışmasından sonra Kaynağım İnsan’ı heyecanla yayına açtık.

Yazılar klavyemden üçer beşer döküldü.

Her yaştan, her meslekten okuyucuya, takipçiye ulaştım.

Geri bildirimler aldım çoğu olumlu, bazısı yönlendirici, azı eleştiren.

Yazarken ben büyüdüm, serpildim, değiştim.

Türkiye’nin ilk İK blogunu açmanın farkını yaşadım, kısa sürede büyük ödüller aldım, çok mutlu oldum.

Ödüller işe dönüştü, fırsatlar yakaladım beni bile şaşırtan.

Sonunda internette yazı üreterek şirket açtım, girişimci oldum.

Kırka yakın üniversitede binlerce gençle seminerler vasıtasıyla buluştum.

Projeler, eğitimler, işbirliktelikleri derken birbirinden kıymetli yüzlerce insanla tanıştım, çalıştım, binlercesine eğitim verdim.

Çözüm ortağı olarak Türkiye’nin ve dünyanın en saygın, başarılı özel ve kamu sektörü kurumlarının havasını teneffüs ettim, etkilendim.

Yurtdışına eğitimler için çıktım, aklım, fikrim açıldı.

Çok okudum, çok dinledim, çok çalıştım.

Bazen benden istenenden fazlasını paylaştım, yaptım, vermek ile almak arasındaki dengeyi tutturmakta zaman zaman zorlandım.

Ve bugün, 9 Ekim 2009’un üstünden tam 3650 gün geçmişken yine klavyemin başına geçmiş gülümsüyorum.

“Hayatta verdiğin en akıllı üç karar nedir?” diye sorarsanız, “Birincisi Ankara’dan İstanbul’a gelmek, ikincisi anne olmak, üçüncüsü de Kaynağım İnsan’ı açmaktır” derim. Bu üç karar benim hayatımı baştan aşağı olumlu yönde dönüştürmüştür.

Önümüzdeki on yıl için planlarıma gelince, Kaynağım İnsan’la kolkola yolculuğumuza devam etmeyi istiyorum. Yeni projeler, çok büyük projeler yapabilmek için kendimi sürekli geliştiriyorum. Yüksek lisans için uzun yıllardır aklıma yatacak bir konu arıyordum, buldum, mutluyum. Kamusal fayda odaklı çalışmalara daha fazla eğilmek arzusundayım. Bana sürekli sorulan kitap yazma meselesine gelince, ‘Daha okunacak çok kitap, yaşanacak çok tecrübe, tanışılacak çok insan, görülecek çok yer, yapılacak çok iş var …. daha değil’ diyorum.

Kaynağım İnsan’la açılışından itibaren bir şekilde yolu kesişmiş herkese selam olsun, iyi ki geldiniz, iyi ki içeriklerimle ilgilendiniz.

Sevgi ve bilgiyle kalın.

İpek Aral

Hoşgeldin 2019!

Geçen yılbaşında 2018 için beş dilekte bulunmuştum.

Sağlık, sevgi, üretmek, okumak ve gezmek istemiştim, çok çok. Bütün dileklerim gerçekleşti. Şükürler olsun diyorum.

Şimdi kapıda 2019 yılı var. Bu yıl dilek sayım kendim ve herkes için üç olacak;

  1. Bereket
  2. Barış
  3. Başarı

Bu üçlünün altı yıl boyunca öyle dolmalı, öyle taşmalı ki, 2019 ismini “efsane yıl” diye yazdırmalı.

2019 yılınızı kutlarım 

 

Hoşgeldin 2018 !

Zor geçen 2017’yi bitirdiğimize seviniyorum. Her geçen yıl mı bizlere daha zor geliyor, yoksa ‘zaman’ denen cevheri çözemediğimiz için mi onunla uyumlu ilerleyemiyoruz, bilemiyorum.

2018 yılı için biraz analitik ol ve beş bereketli cümle yaz diyor beynim bana, işte klavyemden çıkanlar;

  1. Sağlık istiyorum, bedenimde, evimde, ailemde, arkadaşlarımda, tanışlarımda, memleketimde, dünyada.
  2. Üretmek istiyorum, katma değerli işler çıkarmak, çok, hem de pek çok. Ve elbette karşılığını almak.
  3. Sevdiklerimle olmak istiyorum, gece ve gündüz, bahar ve güz.
  4. Okumak istiyorum, bir okyanus ki, yüz,dal, atla, bat, çık … bitmez.
  5. Gezmek istiyorum, yeni yerler, yeni insanlar, yeni dokular. Görmek, tatmak, koklamak, dokunmak, duymak istiyorum yeniyi.

Dilerim hepsi olur. 🙂

2018 Yılı Ezberinizi Bozsun

2017, ülkemiz ve dünya için zor geçen bir yıl oldu. Şaşırmamalıyız çünkü VUCA dünyasındayız. Artık her şey çok değişken, belirsiz, karmaşık ve bulanık.

Sizi kaygıya boğmak istemem ancak görünen o ki, önümüzdeki manzara ne başlayacak olan yeni yılda, ne de sonrakilerde değişmeyecek. Medeniyetin iki unsuru olan iletişim ve ulaşım teknolojileri hızlandıkça, gündelik hayatlarımıza yansıyan VUCA unsurları derinleşecek, yoğunlaşacak ve sabitlenecek. İnsanlar zihinsel, duygusal, bedenler ve ruhsal olarak ne kadar zorlansa da, VUCA dünyasında yaşamaya eninde sonunda alışacak. Yeni nesiller zaten VUCA standartlarında doğacak ve büyüyecek.

21. yüzyılın ilk çeyreği içindeyiz ve farkındaysanız bitirdiğimiz yüzyıla dair ‘doğru, iyi, etik’ diye bildiğimiz pek çok değer şu an zihinlerde sarsılıyor, sorgulanıyor. Devlet yönetimi, uluslararası ilişkiler, ekonomi, bilim, sanatta bambaşka uygulamalar, standart dışılıklar ile karşılaşıyoruz. Otoriteler bu süreci ‘disruptive/ezberbozan’ olarak niteliyor ve kısaca bizlere şu mesajı veriyor:

“20. yüzyılda biriktirdiğin görüş, alışkanlık, beklentilerini unut çünkü önümüzdeki 10-15 yıllık perspektifte hepsinin yerini şu an hayalini bile kuramayacağın sistemler, uygulamalar, standartlar alacak.”

 VUCA dünyasında özellikle iş hayatını başarı ile göğüsleyebilmek için kılavuz olması adına Jim Collins, Mükemmeli Seçmek kitabında dört ana davranışı bizlere tanımlıyor;

Birincisi, ortam ve durumlar ne kadar değişken olsa da bireyin davranışlarında tutarlı olması, yani disiplin.

İkinci davranış, bireyin görüşlerini başkalarının düşünce ve algılarıyla değil, kendi deneme ve gözlemleriyle şekillendirerek yaratıcılığını tetiklemesi.

Üçüncüsü, ortam ve durum her ne kadar iyi olursa olsun, bireyin kendisini paranoya boyutunda sürekli en kötüye karşı hazır tutması.

Ve sonuncusu, bireyin başarıdan kaynaklı egosunu bir kenara bırakıp, hayatını kendisinden çok daha büyük bir amaç doğrultusunda feda bile edebilmesi.

Bilemiyorum, 2018 yılında kendi ezberlerinizi bozmak adına neler yapmayı planlıyorsunuz, ancak işinin etkili lideri olmak noktasında Jim Collins’in tespitlerini dikkate almakta fayda var.

Hepimizin yeni yılı kutlu olsun, mutluluk dolu ve barış içinde geçsin. 🙂

Eğer Bir Değil, Birkaç Kitap Olsaydım

Yuval Noah Harari diyor ki, kurgu yapabilme yetkinliğidir insanı hayvandan ayıran ve dünyada bütün sistemsel yapılar birer kurgudur; devlet, şirket, din. Evet, hepsi birer kurgudur, hatta en büyüğü de imparatorluktur. Aslında somutta yoktur öyle birşey, sen var olduğunu kurgularsın.

İslam, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm kadar Hümanizm de bir kurgudur, hatta bir dindir son iki yüzyılı kasıp kavuran. Lideral hümanizm, sosyalist hümanizm, evrimsel hümanizm. Sonra bir de, 30 Ocak 2017 itibariyle önümüzde ‘tekno din’ var, henüz ne yapacağımızı, nereden alıp nereye koyacağımızı bilemediğimiz. Veriler, biyo teknolojiler, yapay zekalar havalarda uçuşuyor. Eskiden herşeyi kadere bağlardık, artık veriler var sana en uygun insanın kim olduğunu, 30 yıl içinde hangi hastalıkları geçireceğini söyleyen.

Geçtiğimiz yüzyılda salgın hastalıklar, savaş ve kıtlığı yendik insanlar olarak, şimdi önümüzde başka hedefler var: ölümsüzlük, sınırsız mutluluk ve tanrılaşmak. (Deus, Yunanca tanrı demek) Tam gaz gidiyoruz, gidiyoruz da, farkındalığımız hiç yüksek değil. Yaparken yıkıyoruz, bozuyoruz, yokediyoruz. Çünkü insanın aptallığı baki. Doğanın dengelerini bozduğumuz gibi, insanın biricik dengelerini de bozacağız müdahalelerimizle. Harari ürküyor, sonumuzu, durduğumuz noktadan pek de parlak görmüyor.

Gelin düşünelim. Otuz yıl sonra yüzleşeceğimiz, sayısı az ama etkisi büyük ‘elit üstün’ insanlarla, yığınlar halindeki ‘gereksiz’ insanları, biz iş piyasasında ne yapacağız?

Eğer İK’cı isen, bu iki kitabı okumak senin işindir sevgili meslekdaşım, tercihin değil.

Hatta ben işim olmasından da öteye geçiyorum, bu kitaplar olmak istiyorum. Bu kadar derin, bu kadar çaplı, bu kadar hassas ve bu kadar zengin.

Benim de rüyam bu.

İK’da VUCA Dünyasına Hoşgeldiniz


VUCA’
yı bilen çoktur, bilmeyenler ve unutanlar için ne olduğunu hatırlayalım:

VUCA bir akronim. İngilizce açılımı ile;

V – Volatility / değişken, oynak
U – Uncertainty / belirsiz
C – Complexity / karmaşık
A – Ambiguity / bulanıklık, muğlak

Dünya, her boyutuyla şu an içinde bulunduğu ortama “kaos” demekten ziyade durumu “VUCA” ile tanımlamayı tercih ediyor. Peki, kim bu tanımlamayı geliştirdi? Sürpriz değil, ABD ordusu.

VUCA, siyasetten ekonomiye, işletmecilikten devlet yönetimine, sürekli değişimden kaynaklı belirsizliğin, karmaşıklığın ve bulanıklığın hakim olduğu bir ortamda strateji üretme, aksiyona geçme, sonuç alma ve insan yönetme çabasının özeti. Zor.

VUCA, bilgi çağının dört sacayağını İK’nın da önüne getiriyor; büyük veri, endüstri 4.0, nesnelerin interneti, yapay zeka, ve İK’ya soruyor: “Ne yapacaksın? İşletmelerde liderlerin ve çalışanların VUCA gerçekliği ile entegre, etkili çalışmasını nasıl sağlayacaksın?” 

Ağır soru.

VUCA hakkında ufak ufak okumaya, araştırmaya, düşünmeye, yazmaya, çizmeye başlasak iyi olacak. Treni kaçırmayalım. Kaynağım İnsan’da ben bunu yapacağım. 🙂

VUCA üzerine güzel bir yazı. Okuyalım.

Türkiye Yanarken Ofisinde Güvende Olabilir Misin?

Tehlike

Anne, çocuğuna sarıldığında yüreği ile “seni seviyorum”, aklıyla “bana güven” der. Çocuk, annesi ona sarıldığında mutlu olur. Ebeveynler, sevgi ve güvenin sürdürülebilirliği için hem maddi, hem de manevi boyutta büyük emek verirler, tehlikeleri evden uzak tutarlar.

İş hayatındaki bireylerin de bir çocuktan farkı yoktur aslında. Her çalışan işini, yöneticisini, iş arkadaşlarını, şirketini sevmek ister. Kendine, yöneticisine, iş arkadaşlarına, şirketine güvenmek bir ihtiyaçtır, saygının kaynağıdır. Sevgi ve güven ortamı sağlandığında iş hayatındaki fert mutludur çünkü tehlikelerden uzaktır.

Gelelim Türkiye’de yaşayan bizlere. Ben, beni idare etmekten sorumlu insanlar tarafından sevildiğimi bilirsem ve onlara güvenirsem mutlu bir vatandaş olurum. Beni ötekileştiren bir lider ve ülkemde her gün patlayan bombalar, öldürülen insanlar, tepetaklak giden ekonomi için sorumluluk almayan, sürekli bahane üreten (Sakın unutmayın, üretilen bahane sayısı arttıkça, kalite düşer) bir yönetici ekibi ile mutlu olmam mümkün değildir. Günün sonunda varlığım tehlike altındadır. Bu tehlikenin nedenlerini araştırdığımda karşıma büyük çaplı ahlak düşüklüğü ve bilgisizlik çıkıyorsa, tehlikeyi yok etmek için derhal düşünmeye ve çalışmaya başlarım. Çünkü, en başa dönelim, ben bir anneyim, çocuğumun mutluluğu ve güvenliğini sağlamak benim için herşeyden önemlidir.  

Bugün istediğimiz kalitede bir sevgi ve güven ortamını ne kendimize, ne ailemize, ne iş ortamımıza, ne memleketimize, ne coğrafyamıza, hatta dünyamıza sağlayamıyorsak, tedirgin ve olumsuzsak, lütfen ilk başta dönüp aynaya bakalım, kendimize koçluk yaparak şu zor soruyu yanıtlayalım:

Bu tehlike dolu ortamdan korunmak ve onu düzeltmek için neler yapabilirim?  

Ben soruyu kendime sorduğumda ilk yanıtım “psikolojik direncimi yüksek tutmalıyım oldu. Birinci cevap sağlam olursa, ikinci adım olan aksiyon için illa ki doğru bir fırsat karşımıza çıkacaktır diye düşünüyorum.

2017 yılında psikolojik direncimizin yüksek, aksiyon irademizin sağlam olmasını dilerim.

Çocuklar Ölmesin İK


Çocukluğumu hatırlıyorum. 1980’lerin başı. Zor günlerdi, insanlar mutsuz, huzursuzdu. Ama kimse “çocuklar ölmesin” diye bağırmıyordu. Kulakları açık bir çocuktum, benim hakkımda bu şekilde bağırılsaydı, hatırlardım.

Çocuklar Ölmesin2016 yılındayız. “Çocuklar ölmesin” diye bağırıyoruz. Bağırdığımız için cezalandırılıyoruz.

Zaman ilerlerken biz ne kadar gerilemişiz.

Bu çok zalim ve hastalıklı bir durum.

Bütün insan kaynakları camiası olarak, mesaisini insanın mutluluğu, iyi olması için harcayanlar olarak, insanların eğitiminden sorumlu 1128 akademisyenin sergilediği dik duruşu sergileyebilmeliyiz. Barış için, çocukların ölmemesi için onlarla birlikte haykırabilmeliyiz, direnmeliyiz.

Yarın, çocuklarımız “Memleket bu hale gelirken sen ne yapıyordun?” diye sorduğunda ne cevap vereceğiz?

Sorunlu değil, sorumlu olmak zamanıdır.

#ÇocuklarÖlmesinİK

Bağzı Üniversiteliler grubunun açtığı imza kampanyasına katılın lütfen. 

 

.

Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi Bildirgesi 

Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!

Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.

Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.

Devletin başta kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.

Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.

Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz.

 

 

 

Fotoğraf: Dilek Şenol

 

 

Zorlayınca Olmuyor

Yaklaşık dokuz aydır blog yazısı yazmıyorum. İş, güç, koşuşturma. Bir de Kaynağım İnsan’ın eski yüzünden çok sıkıldım, elim klavyeye gitmez oldu. Şekil içeriğin önüne geçer mi? Geçti. Sonra yeni tema bulayım dedim. İki tanesini satın aldım. Birini denedim olmadı, diğerine bakmadım bile. Hep birşeyler eksik, istediğim gibi değil.

Zorlayınca olmuyor.

Mülakatlar için söylerim hep, aday ne kadar yoruyorsa, o kadar yanlıştır. Doğru tema, yormayan. Aslında okuyucuya “Şekil değil, içeriğinle gel bana” dedirten.

Bunun üzerine açtım WordPress’i, hazırdaki ilk şablona tıkladım. Bitti.

“Hayırlısı” diyerek başlıyorum tekrar yazmaya.

İnsan kaynakları mı dersiniz, kitap mı, bazen sosyal konular, bazen uluslararası olaylar, ne varsa aklımda, yüreğimde, kütüphanemde yazacağım. Ama söz işinize yarayacak. Nihayetinde İK’cıyız en dibinden.

Sizleri özledim.